Orman Ve Küresel Isınma
Orman ve Küresel Isınma
Küresel Isınma;
Küresel Isınmanın Bitkiler Üzerindeki Etkisi ; Kanada'nın kutuplara yakın bölgelerinin genel bitki örtüsünü oluşturan tundraların, yerlerini yavaş yavaş ladin ağaçlarından ve çalılardan oluşan ormanlara bıraktığı belirtiliyor. Bu değişimin küresel ısınmanın bir sonucu olduğunu savunan araştırmacılar, bitki örtüleri arasındaki geçişin de beklenenden çok daha hızlı geliştiğini vurguluyorlar. Bölgedeki fundalıkların yoğunluğunun, yüksekliğinin ve büyüklüklerinin de arttığını söyleyen uzmanlar, bölgede yaşayan hayvan türlerinin de bu değişikliklerden etkileneceğini belirtiyorlar. Tundra, buzul örtüsüne benzer şekilde güneş ışığını yansıtan bir bitki örtüsü. Bölgede yoğunluğu artmaya başlayan kozalaklı ağaçlarsa, koyu renkleri nedeniyle güneş ışığını emerek, ısı olarak atmosfere geri veriyorlar. Uzmanlar, bu durumun da küresel ısınmaya katkısı olacağından endişelidirler.
Sel felaketlerinin, açlık ve ölümlere yol açan kuraklıkların, orman yangınlarının, tayfunların ve buzul erimelerinin sayısı ve şiddeti giderek artıyor mu? Eğer böyle bir artış varsa, bunun sebebi nedir?
Maalesef, Sanayi İnkılâbı’ndan sonra başlayan hızlı endüstriyel büyümeye paralel olarak, atmosferdeki karbondioksit ve diğer sera gazı birikimlerinde ve küresel ortalama yeryüzü sıcaklıklarında belirgin bir artış gözlenmektedir. En yeni küresel değerlendirmelere göre, bu sıcaklık artışları, son 150 yıldır yaklaşık 0,4-0,8 °C kadar olmuştur. 1980'li yıllardan sonra bu ısınma daha da belirginleşmiş ve bu dönemin hemen her yılında yüksek sıcaklık rekorları kırılmıştır (Şekil 1). 1998 yılı, küresel ortalamalar açısından, aletli sıcaklık gözlemlerinin yapılmaya başlandığı 1860 yılından beri yaşanan en sıcak yıl olarak kaydedilmiştir. Ortalama yeryüzü sıcaklığında 2100 yılına kadar, 1990 yılına göre 1-3,5 °C arasında bir artış olacağı ve bu artışa bağlı olarak iklimde gözlenen değişikliklerin süreceği tahmin edilmektedir.
Küresel ısınma böyle devam ederse neler olabilir? Tahmin edilen şudur: Kısmen bugün de karşılaşıldığı gibi, kar örtüsünün, kara ve deniz buzullarının erimesiyle deniz seviyesi yükselir, iklim kuşakları yer değiştirir, şiddetli yağışlar, taşkınlar ve seller daha sık meydana gelir, pek çok yer kuraklık ve çölleşmeye maruz kalır, salgın hastalıklar ve tarım zararlıları artar.
Sera gazları ve sera tesiri ;
Cam veya plâstik örtüyle kapatılarak içerisinde genellikle turfanda sebze ve süs bitkileri yetiştirilen mekâna sera denir. Güneşten gelen ışınlar seraya kolayca girebilir; ancak toprak ve bitki örtüsüne çarptıktan sonra ısı enerjisine dönüşür, ışınların dalga boyları kısalır ve enerjileri azalır. Dolayısıyla bu kısa dalga boyundaki ışınların sera dışına çıkması, cam veya plâstik örtü tarafından engellenir. Bunun sonucunda da, seranın ısınması, güneş enerjisi geldiği sürece artar. Bu hâdise sera tesiri olarak isimlendirilir.
Benzer şekilde, dünyayı çevreleyen atmosfer tabakaları içerisinde bulunan bazı gazlara, yeryüzü için sera tesiri oluşturduklarından, "sera gazları" denir. Bu gazların başlıcaları; karbondioksit, metan, azot oksitler, ozon, kloroflorokarbon ve su buharıdır. Bu gazlar, güneşten gelen ışık enerjisinin (güneş radyasyonu) yeryüzüne kadar gelmesini engellemeyecek veya çok az engelleyecek, fakat bu enerjinin yeryüzüne çarpmasından sonra oluşan kızıl ötesi ısı enerjisi dalgalarının yeniden atmosferin üst katmanlarına doğru ışımasını (yükselmesini) engelleyecek nitelikte yaratılmıştır. Bu gazlarla hem yeryüzünün, hem de yeryüzüne yakın atmosfer tabakalarının ısınması sağlanır (Şekil 2). Yerkürenin etrafını bir manto gibi saran bu gazlar olmasaydı, yapılan tahminlere göre yeryüzü, günümüzdekinden yaklaşık 33oC daha soğuk olacaktı. Atmosfer gazları arasında dünya sıcaklığının yaşanabilir seviyede sabit olarak kalmasını sağlayacak hassas bir denge ve ölçü varken, insan kendi aleyhine bu dengeyi bozacak işler yapmış ve yapmaya devam etmektedir. Bugün bir tehlike olarak görülen küresel ısınmanın sorumlusu insandır.
Karbondioksit ;
Karbondioksit, tek başına toplam sera tesirinin % 50'sine sebeptir. Bu gaz, fosil yakıtların kullanılması, insan, hayvan ve bitkilerin solunumu ve organik maddelerin parçalanmasıyla meydana gelmektedir. Sanayinin gelişmesi atmosferdeki karbondioksit nispetinin çok hızlı bir şekilde artmasına sebep olmuştur. Zira, atmosfere bırakılan karbondioksit miktarının % 80-85'inin fosil yakıtlardan, % 15-20'sinin canlıların solunumundan ve diğer ekolojik devr-i daimlerinden kaynaklandığı bilinmektedir.
Her yıl, insan kaynaklı 3,2 milyar ton (Gt) karbon atmosfere katılmaktadır. Bunda en büyük pay, enerji üretimi için fosil yakıt kullanılmasına ve sanayi üretimine aittir (Tablo 1). Son 150 yıl içerisinde fosil yakıt kullanılması ve çimento üretiminden 265 Gt, arazi kullanım değişikliğinden 124 Gt olmak üzere toplam 389 Gt karbon atmosfere salınmıştır. Bunun 214 Gt'si kara eko-sistemleri ve okyanuslar tarafından geri alınmış, atmosferde 175 Gt karbon fazlalığı ortaya çıkmıştır.
Ormanların önemi ;
Ormanlar, gerek atmosfere bırakılan sera gazı yayılımlarının azaltılmasında, gerekse atmosferden sera gazı emme yoluyla 'karbon yutağı' oluşturulmasında önemli roller oynamaktadır. Nitekim tortul kayaçlar dışında, karalarda tutulan karbonun yaklaşık % 67'si orman ekosistemlerinde depolanmış durumdadır. Bitki örtüsü tarafından tutulan karbonun % 75'i de ormanlarda depolanmıştır. Ayrıca, çok uzun ömürlü odun ürünleri (ahşap binalar, mobilya vb.) çürüyüp yanmadıkları sürece karbon depoları olarak kalmaktadır.
Bilindiği gibi fotosentez esnasında, atmosferden alınan karbondioksit, karbon ve oksijen moleküllerine ayrılır; sonra karbon, karbonhidratların meydana getirilmesinde kullanılıp kök, gövde, dallar ve yapraklarda depolanırken, oksijen atmosfere bırakılır. Böylece sera gazlarından en önemlisi olan karbondioksit miktarının, atmosferde belli bir dengede tutulması sağlanır. Bunu, sessiz sedasız, hiçbir gürültü çıkarmadan işleyen ve tek bir atık oluşturmayan dev bir fabrikaya benzetebiliriz. Öyle bir fabrika ki, zararlı maddeleri faydalı hale dönüştürüyor. Böylesine faydalı bir fabrikanın veya kaynağın kıymetinin bilindiğini ve korunduğunu söyleyemiyoruz. Günümüzde 3,87 milyar hektar bir alana sahip olan ormanlar, karaların yaklaşık % 30'unu kaplamasına rağmen, 1990-2000 yılları arasında bütün dünyada, yılda ortalama 9,4 milyon hektar orman alanı ortadan kaldırılmıştır. Yani, aynı dönemde, dünya orman alanında, % 2'lik bir azalma meydana gelmiştir. Bu olumsuz gelişmeler sonucunda, bitki örtüsü, toprak ve organik maddelerin karbon dengeleri bozulduğundan, insanoğluna rahmet vesilesi olarak verilen ormanlar, suistimalimiz yüzünden bir karbondioksit ve felaket kaynağı haline gelmektedir.
Orman eko-sistemleri, odunsu canlı kitlelerin her yıl artması ve dökülen yaprakların toprak karbon deposuna katılmasıyla karbon tutmaktadır. Ağaçlar dikildiklerinde, her yıl emdikleri karbondioksitin büyük bir kısmı, gelişen bitki biyokitlesine gitmektedir. Bu durum, ağacın gelişmesinin ilk 30-40 yıllık döneminde yüksek oranda karbon tutulmasına sebep olmaktadır. Orman eko-sistemi olgunlaştıkça, toprağın organik madde miktarı ve ekosistemdeki toplam solunum (karbondioksit emilmesi) artmaktadır. Eko-sistem tamamıyla olgun hale geldiğinde ise, artık bir karbondioksit yutağı özelliği taşımamaktadır. Bu durumda, atmosferden alınan karbon miktarı, ağaçların biyo-kitlelerinden geri verilene ve toprakta tutulan karbona eşit olmaktadır. Ağaçların olgunluğa ulaşma yaşları, ağaç türü ve iklim bölgelerine göre değişmektedir. Ancak, karbon tutulmasının çok büyük bölümü ilk 60-100 yıl içerisinde gerçekleşmektedir. İyi gelişmiş, 100 yaşındaki bir kayın ağacının, fotosentez için 40 milyon m3 havayı yapraklarıyla emerek, bu hava içerisindeki 1200 m3 karbondioksiti, 6 ton karbon olarak bağladığı da araştırmalarla belirlenmiştir. Ormanlar, bir ağaç topluluğu olmanın yanı sıra, binlerce yılda yaratılmış toprağıyla, içinde barındırdığı milyonlarca bitki, hayvan ve mikroorganizmayla ve bunların karşılıklı münasebetleriyle bir çevre sistemi ve yaşama birliğidir. İnsan eliyle yok edilen bu sistemin tekrar insan eliyle geri getirilmesi son derece güçtür. Binlerce yıldır, fotosentez, bitki ve topraktaki canlılık faaliyetlerine bağlı olan solunumla, karadaki biyosferle atmosfer arasında sürekli ve dengeli bir karbon akışında hayatî hizmet gören ormanlar, dünyanın akciğerleridir.
Bütün bu bilgilerin ışığı altında, insanlara düşen görev; dünya üzerindeki bitki örtüsünü korumak, orman arazisi göründüğü halde çıplak olan sahaları ağaçlandırmak, mevcut ormanlar üzerindeki insan baskısını azaltmak ve tahrip edilen orman alanlarını ıslah etmek olmalıdır.
Hayatın devamlılığı için devr-i daimler şeklinde yaratılan oksijen, azot, su buharı ve karbondioksit hazinelerinin insanın hırsıyla bozulması tekrar insana pahalı bir maliyetle dönüyor. Bunda doğrudan vebali olmayan milyarlarca insan da zarar görüyor. Daha az tüketimin yapıldığı, dolayısıyla daha az maddenin üretildiği daha sade ve mütevazı bir hayatla bu hassas dengeler eski halini alabilir. Ama bunu öncelikle anlaması gerekenlerin Yaratıcı'ya saygılı insanlar olmaya söz vermeleri ve kendilerini değiştirmeleri gerekiyor. Şu anda üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirsek bile, tahrip edici tesiri daha yüksek olanların böyle bir ruh inkılâbını istemelerini temenni etmekten başka, bugün için elimizden bir şey gelmiyor.